26 Nisan 2009 Pazar

Sparkling


Biri fotoğrafları bi anın simgesi olarak görüp onları seven, diğeri poz vermekten hoşlanmayıp şaşkın bakışlar fırlatan tek kişinin hikayesi.

Sabahın 7buçuğunda uyanıp hızlıca duşumu aldım. Suyun dengesini kaybetmesine aldırmadan, bi sıcak bi soğuk olmasına rağmen çıldırmadım. Hemen hazırlanıp okula gittim, bursunu aldım. Evet bir şeyleri hallediyor olmanın hafifliği vardı. Düşünmeden yapıyordum hepsini. Robot gibi. Ama aklımda adının tüm harfleri yankılanıyordu. Eve gelip hızlıca tostumu yaptım, amaç tok olmak. Zevkli bir kahvaltı değil zira tek başıma yaptığım kahvaltılardan hiç keyif almam. Ondandır pek kahvaltı yapmam.
Bavulumu alıp koridora doğru yürüdüm. Hala ezberleyemediğim o uzun telefon numarasını tuşladım. Şimdi düşündüm ve kontrol ettim de ezberlemişim. Bak bu da hiç zorla olmadı.. Kazınmış aklıma. Uyan artık diye hafiften azarladım. Ben geliyorum hadi kaallkkk.. Akşam 8de havaalanında diye hatırlatarak kapattım.

Erken gitmişim havaalanına. Yerimde duramadığımdan mı telaştan mı bilemiyorum. Beklerken renginin ne olduğunu çözemediğim ojelerimi sürdüm havaalanında. Nar çiçeği rengiymiş. Öyle diyorlar..Tekirdağ rakısı, lokum, m&m ler çantayı doldurdu. Snickers sevdiğini biliyorum o yüzden çok emin bi şekilde alıyorum hemen. Formaliteler bittikten sonra koltuğumdayım.

Başlıyorum bizi düşünmeye. Zaman bitmiyor, 3buçuk saat. Bu sefer pasaport kontrolünden çabucak geçmeye çalışıyorum ki beklemesin geçen seferki gibi. Sonra mızmızlanıyor en son sen çıktın diye.

Charles De Gaulle Terminal 3. Çıkış kapısındayım ve yok. Bir an nerde acaba, neyse şurda beklerim gibi cümleler geçiyor aklımdan. Burda oturup aylarca O'nu bekleyebileceğim gibi orda da beklemeye başlamışken onu 1 dk bile geçmeden kapıdan giriyor. Sağına baktığında gözgöze geliyoruz. Gülümseyip koşarak yanına gidiyorum. Dudaklarımız. Belli ki ikimiz de susamışız, kuruyan dudaklarımızı ıslatıyoruz.

Metroya doğru yürürken sigaramı yakıyorum. Arada durup sarılıp öpüşüyoruz. Uzun bi metro yolculuğu.. Cevat'ı elinden bırakmıyor yürürken. Benim zaten çantam var, o taşırmış. Yerim.

Artık evdeyiz. Aç mısın diye soruyor, başlıyorum uçakta somon balık yedim diye anlatmaya. Evet, tenini özlemişim. Gözlerinin içine bakarak içimde olmanı. Şimdi gerçekten tüm odayı aşk kaplıyor, biz varız.
Gece 2ye yaklaşırken sızıp kalıyorum kollarında. O kadar çok şaşırıyorum ki normalde sabah 4-5ten önce uyuyamayan ben sol omzunun üstünde boynunu koklayarak kendimden geçiyorum.
Hafifçe gözlerimi araladığımda ise ilk yaptığım gülümseyip seni öpmek oluyor. Yanaklarından, boynundan, dudaklarından, minik ellerinden.
Tam yatakta uzanıp kahvaltı yapalım ne yesek diye düşünürken birdenbire sevişmeye başlıyoruz. Hiçbi sabah sevişmeden kalkmıyoruz yataktan. Neden biliyor musun? Tenin benim tenim gibi, en ufak bi yanılsama yok. Aşkı, sevgiyi sonuna kadar hissediyorum, hissettiriyorsun.

Derken bana çilekli, anaslı, yumurtalı, nutellalı kahvaltı hazırlıyor. Sakin sakin çayımızı yudumlayarak ekmeklerimizi koparıyoruz. Ama önce yumurtayı minik minik parçalara ayırmak var çünkü öyle yemesi daha kolay oluyor. di mi herşeyim?

Güneş vururken yatağımıza uzanıp mayılıyoruz. Bulutların gökyüzünde usulca kayışını izliyoruz. Biz olduk, çok güzeliz diyip gülerek sarılıyoruz, sıkıca. Arada hep minik öpüşmeler.. Sakın bırakmayalım birbirimizi, gitme tamam mı, hayatımız olsun, oldu bile.. yine öpüşmeler şimdi uzun uzun. En gerçek aşkı, en güzel orgazmı, en saf sevgiyi yaşıyoruz.

Pont des arts
köprüsüne gidip oturuyoruz. Herkes şarabını içip resmen piknik yaparken bizim tek bir biramızın bile olmamasıyla dalga geçiyoruz. Hava soğuduğundan hırkasını veriyor bana. Bi ara köprünün üstünde nasıl dans edilir sorusuna cevap bulmaya çalışarak ellerimizi birleştiriyoruz tekrar gülüyoruz. Açız deli gibi ama keyfimizi ne aç olmak ne de üşümek bozmuyor.


Biliyorum bazen inanmıyor bana.. İnanmasa da çok safım yanındayken. Rahatım. İşte en gerçek Didem orda.
Kahvaltı masasını toplarken ben, Flunk - Morning Star açıyor.. Bi yandan bardakları mutfağa taşırken bi yandan mırıldanıyorum..

You're my morning star
it's just the way you are
when the orange sky
kiss the night goodbye

You're my morning star..
Düşünüyorum. Evet my morning star. Göz ucuyla O'na bakıyorum dreadleriyle oynayıp bilgisayara bakıyor öylece. Gülümsüyorum. Çünkü hep doğal hallerinde. Şarkıyı içimden O'na söylüyorum bulaşıkları yıkarken.
Alışverişe çıkıyoruz. Akşama köri soslu tavuk yapıcam. Deli gibi köri sosu arıyoruz. Hmm bulduk ama bişeye benzemiyor. Bi ara alışveriş sepetini ben taşıyorum, gülüyor. Sepet benden büyükmüş. Dişi Fırat oluyorum.

Hey corç versene borç olmas maykıl bende de yok diye dolanırken ben evin içinde 90lar gecesi yaşatıyor bana. Üstüme çıkıp arnavut kaldırımlı taş sokaktaaa diye bağırarak klip çeker gibi şebeklikler yaparak. İşte yine çok doğal..

Düşündüm. Hani seviyorum denilir ama tam olarak neyini sevdiğini bilemez insan. Herşeyini diyip çıkılır işin içinden. Ama çok somut. Neyini seviyorum. Bu kadar rahat ve kendisi oluşunu yanımda, kendisiyle ve benmle dalga geçip güldürmesini, şeffaflığını, tüm tepkilerini içine atmadan önce gelip bana söylemesini. Soyut kavramları somutlaştıran. Gülümsemesine bayılıyorum orası ayrı..

Evet bazen güvenmiyor bana. Çekip giderim sanıyor.. Ne büyük yanılgı! Herşeyimi anlattığımdan böyle oluyor. Aldattığımı da aldatıldığımı da. Bazen diyor ki çok yalan söylemişsin.. Evet söyledim. Hiçbirini inkar etmiyorum. Ama nedense hep perdenin önüne düşen gölge oyununa bakılıyor. Arkada onları oynatan insanların suratını göremiyoruz. Yalan söylememi meşrulaştırmaya çalışmıyorum.. Ya da aldatmalarımı ki hiç vicdan azabı çekmiyorum. Çünkü bunu yapmışsam vardır bir nedeni. Evet, haketmiştir belki de değil mi? Böyle de düşünebilmeli. Aldatmak, yalan söylemek saçma.. Biliyorum biliyorum. Zaten dedikodudan da toplumca nefret ediyoruz falan.
Beni üzen ne biliyor musun? Sana kimseye anlatmadığım şeyleri anlattım.. Kimse. ki hepsini de içimden gelerek anlattım. Aslında çok güzel bir şey, geçmişime dair bir şeyleri ben anlatırken seninde usulca dinleyebilip arada beni anlayabilmek adına soru sorman. Hep bu kadar açık olabilmek istemiştim.. Ama genelde duymak istemezler.. Şimdi gelip bana soruyorsun ben neden farklıyım diye. Daha ne olsun ki.. Olduğum gibi seviyorsun beni. Zaaflarımı da biliyorsun, güçlü kadın olma triplerimi de, 5 yaşındaki gibi gülümsediğim bıcır bıcır konuştuğum hallerimi de. Hepsini gördün. Ben ordaydım, kollarında. Hissetmedin mi saf olduğumu.

Bilmiyorum.. Gözlerim doluyor. İstanbulda olmaktan nefret edip, penceremden dışarı bakamıyorum. Evde dolanıp hayalini kurmak iyi geliyor şu aralar. Tekrar gözlerinin içine bakabilene kadar gülümsemeni gözümün önünde canlandırmak; gülümseten.

Biliyorum.. Bizi istiyorum dibine kadar.

1 yorum:

BorisYeltsin dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.