28 Şubat 2009 Cumartesi

Ananas

Dilim dilim doğranmış ve bir sabah kahvaltısı olarak önüme sunulmuş koyu sarı, tatlı, en sevdiğim meyve.. Hepsini ben yiyeceğim, diyorum. Çünkü her gidilen yerde en güzel yere o oturuyor. Beni düşünmüyor, hep kendi var. Manzaraya bir kez ben baksam ne kadar mutlu olacağımı bilmiyor. Bunun hepsini ben yiyeceğim. Sen yeme.. İçimdeki öfkeyi böyle çıkartıyorum.

Sabahın 4ü. Böyle bir şiir ve şarkı da var.. Ne çok şeye konu olmuş uykusuzluk çekilen zamanlar.. Uyku yok. Zaman bol. Hakan Günday diyor ki ; '' Ve ekonomi, bilim haline gelmeden önce de var olan bir kurala göre bolluk değersizliği getirir.'' Şimdi her anım değersiz. Neyseki içimdeki neşe gitmiyor.. Kendi kendimle eğleniyorum. Aynaya bakıp konuşuyorum, gülüyorum. Pencereden sarkıp sigara içerken sanki yanımda varmış gibi biri yine konuşuyorum.. Yatağıma uzanıyorum şöyle hemen sağ yana dönüp kıvrılıyorum, bacaklarımı kasıklarıma doğru çekerek. Hayaller beliriyor, yine gülümsüyorum.. Öyle bir tebessüm değil, hafif sessiz kahkahalar..


Duruyorum.
''Deliriyor muyum lan?'' diyorum.
''Delir lan!'' diyorum.

Ne tutacağım kendimi arkadaşım!? Ne kalkanı.. Ne savunması, neyin savunması? Sonunda acıtacak olan yine acıtıyor. Saçma yani.. '' Sen kendine önlemler aldın, ben kendime yasaklar koydum.'' Güzel söz.. Lakin her şey zaten o önlemler ve yasaklardan kaynaklanıyor, bu boktanlık. Halbuki sal kendini, şöyle bir uzan..

Düşün ki, mavinin yeşile çaldığı bir denizdesin. Bakmadan çevrene, ben nerdeyim diye düşünmeden, akıntı beni nereye götürür diye şöyle bir gözlerinle süzüp beyninde hesaplama yapmadan. Uzan Çilek'im sırtüstü. O hiç sevmediğin tenini yakan Güneş var ya orda.. Aldırma ona da. Kulaklarında dalgaların oynayışı. At kollarını geriye bebek.. Tam şimdi, akıp gidiyorsun.

Ses. İnsanı bu kadar mı mutlu eder. Eder.

16 Şubat 2009 Pazartesi

Black

Taksim Mephisto'da oturmuş konuşuyorduk. Bi sade kahve daha diyordum arada.. Şekersiz.
Sonra dikkatimi çeken bir şarkı. Nickelback dedik.. Aerosmith dedi. Gitti sordu.. Oha! Pearl Jam. Black..

Şimdi geldim evime.. Elektrikli battaniyemi yaktım, yatağımın içine girip dinlemeye başladım.. Huzur verirken acı da çektiriyor. Yani tamamen huzurlu olduğumuzda bir şeyler batıyor ya hani hemen sorun çıkartacak şeyler arıyoruz. Hep biraz dram. Biraz gerilim.
Şarkı içimden akıp gidiyor.. Yok tamamen huzur bu.

Yerde ufak kıl yumakları. Ben yürümeye başlayınca büyüyerek, birbirlerine eklenerek ayaklarıma dolanmaya başlıyorlar. Kocaman bir balon gibi sarıldım. İçinde ilerlemeye çalışıyorum.. Sonra metale dönüşüp içinde hareketimi zorlaştırıyor. Ben devam ettikçe kolumdan saplanıp kürek kemiğimden çıkıyor. Ayak bileğimden girip dizlerimden. Hayır çok kan akmıyor.. Sanki sivrisinekler çoktan üstüme konup konup tüketmişler kanımı. Zaten beyaz olan tenim morarıyor.
Ama kırmızıyı seviyorum. Kanımın tadını da biliyorum.. Küçükken dizlerimdeki yara kabuklarını kaldırıp kanımı akıtırdım. Sonrada parmağımı değdirip yalardım. Hafif acı gibi.. Burkuyor ağzı biraz.

Artık dizlerim yara bere içinde kalmıyor.. En fazla yeşile çalan morluklar.. Kanımın tadına bakmayalı epey oldu.

10 Şubat 2009 Salı

Takıl-ma

Kocamannn boşluk. Duygu yoksunu muyum? muyuz.

Ufak şeylere takıla takıla ne hale getiriyoruz üzerine oturduğumuz bulutları. Batıyor, kalkıyoruz. Başka diyarları hep çekici bulma triplerine giriyoruz. Otur oturduğun yerde işte.. Amma ve lakin doyumsuz varlıklarız. O bulutun da tadına bakim, acaba burdan mı manzara daha güzel ordan mı tereddütleri. Otur diyorum otur.. Ne farkeder ki o, bu, şu.. En sonunda oranın da içine sıçıp sikip atacağız.

Demem o ki.. Çok büyütmemek gerek hayatı. Aksın gitsin, bırak.