30 Nisan 2009 Perşembe

Bok mu var burda?

Gizliden gizliye mesaj vermek ister gibi. Veya çok sanatsal ben anlamadımm.


26 Nisan 2009 Pazar

Sparkling


Biri fotoğrafları bi anın simgesi olarak görüp onları seven, diğeri poz vermekten hoşlanmayıp şaşkın bakışlar fırlatan tek kişinin hikayesi.

Sabahın 7buçuğunda uyanıp hızlıca duşumu aldım. Suyun dengesini kaybetmesine aldırmadan, bi sıcak bi soğuk olmasına rağmen çıldırmadım. Hemen hazırlanıp okula gittim, bursunu aldım. Evet bir şeyleri hallediyor olmanın hafifliği vardı. Düşünmeden yapıyordum hepsini. Robot gibi. Ama aklımda adının tüm harfleri yankılanıyordu. Eve gelip hızlıca tostumu yaptım, amaç tok olmak. Zevkli bir kahvaltı değil zira tek başıma yaptığım kahvaltılardan hiç keyif almam. Ondandır pek kahvaltı yapmam.
Bavulumu alıp koridora doğru yürüdüm. Hala ezberleyemediğim o uzun telefon numarasını tuşladım. Şimdi düşündüm ve kontrol ettim de ezberlemişim. Bak bu da hiç zorla olmadı.. Kazınmış aklıma. Uyan artık diye hafiften azarladım. Ben geliyorum hadi kaallkkk.. Akşam 8de havaalanında diye hatırlatarak kapattım.

Erken gitmişim havaalanına. Yerimde duramadığımdan mı telaştan mı bilemiyorum. Beklerken renginin ne olduğunu çözemediğim ojelerimi sürdüm havaalanında. Nar çiçeği rengiymiş. Öyle diyorlar..Tekirdağ rakısı, lokum, m&m ler çantayı doldurdu. Snickers sevdiğini biliyorum o yüzden çok emin bi şekilde alıyorum hemen. Formaliteler bittikten sonra koltuğumdayım.

Başlıyorum bizi düşünmeye. Zaman bitmiyor, 3buçuk saat. Bu sefer pasaport kontrolünden çabucak geçmeye çalışıyorum ki beklemesin geçen seferki gibi. Sonra mızmızlanıyor en son sen çıktın diye.

Charles De Gaulle Terminal 3. Çıkış kapısındayım ve yok. Bir an nerde acaba, neyse şurda beklerim gibi cümleler geçiyor aklımdan. Burda oturup aylarca O'nu bekleyebileceğim gibi orda da beklemeye başlamışken onu 1 dk bile geçmeden kapıdan giriyor. Sağına baktığında gözgöze geliyoruz. Gülümseyip koşarak yanına gidiyorum. Dudaklarımız. Belli ki ikimiz de susamışız, kuruyan dudaklarımızı ıslatıyoruz.

Metroya doğru yürürken sigaramı yakıyorum. Arada durup sarılıp öpüşüyoruz. Uzun bi metro yolculuğu.. Cevat'ı elinden bırakmıyor yürürken. Benim zaten çantam var, o taşırmış. Yerim.

Artık evdeyiz. Aç mısın diye soruyor, başlıyorum uçakta somon balık yedim diye anlatmaya. Evet, tenini özlemişim. Gözlerinin içine bakarak içimde olmanı. Şimdi gerçekten tüm odayı aşk kaplıyor, biz varız.
Gece 2ye yaklaşırken sızıp kalıyorum kollarında. O kadar çok şaşırıyorum ki normalde sabah 4-5ten önce uyuyamayan ben sol omzunun üstünde boynunu koklayarak kendimden geçiyorum.
Hafifçe gözlerimi araladığımda ise ilk yaptığım gülümseyip seni öpmek oluyor. Yanaklarından, boynundan, dudaklarından, minik ellerinden.
Tam yatakta uzanıp kahvaltı yapalım ne yesek diye düşünürken birdenbire sevişmeye başlıyoruz. Hiçbi sabah sevişmeden kalkmıyoruz yataktan. Neden biliyor musun? Tenin benim tenim gibi, en ufak bi yanılsama yok. Aşkı, sevgiyi sonuna kadar hissediyorum, hissettiriyorsun.

Derken bana çilekli, anaslı, yumurtalı, nutellalı kahvaltı hazırlıyor. Sakin sakin çayımızı yudumlayarak ekmeklerimizi koparıyoruz. Ama önce yumurtayı minik minik parçalara ayırmak var çünkü öyle yemesi daha kolay oluyor. di mi herşeyim?

Güneş vururken yatağımıza uzanıp mayılıyoruz. Bulutların gökyüzünde usulca kayışını izliyoruz. Biz olduk, çok güzeliz diyip gülerek sarılıyoruz, sıkıca. Arada hep minik öpüşmeler.. Sakın bırakmayalım birbirimizi, gitme tamam mı, hayatımız olsun, oldu bile.. yine öpüşmeler şimdi uzun uzun. En gerçek aşkı, en güzel orgazmı, en saf sevgiyi yaşıyoruz.

Pont des arts
köprüsüne gidip oturuyoruz. Herkes şarabını içip resmen piknik yaparken bizim tek bir biramızın bile olmamasıyla dalga geçiyoruz. Hava soğuduğundan hırkasını veriyor bana. Bi ara köprünün üstünde nasıl dans edilir sorusuna cevap bulmaya çalışarak ellerimizi birleştiriyoruz tekrar gülüyoruz. Açız deli gibi ama keyfimizi ne aç olmak ne de üşümek bozmuyor.


Biliyorum bazen inanmıyor bana.. İnanmasa da çok safım yanındayken. Rahatım. İşte en gerçek Didem orda.
Kahvaltı masasını toplarken ben, Flunk - Morning Star açıyor.. Bi yandan bardakları mutfağa taşırken bi yandan mırıldanıyorum..

You're my morning star
it's just the way you are
when the orange sky
kiss the night goodbye

You're my morning star..
Düşünüyorum. Evet my morning star. Göz ucuyla O'na bakıyorum dreadleriyle oynayıp bilgisayara bakıyor öylece. Gülümsüyorum. Çünkü hep doğal hallerinde. Şarkıyı içimden O'na söylüyorum bulaşıkları yıkarken.
Alışverişe çıkıyoruz. Akşama köri soslu tavuk yapıcam. Deli gibi köri sosu arıyoruz. Hmm bulduk ama bişeye benzemiyor. Bi ara alışveriş sepetini ben taşıyorum, gülüyor. Sepet benden büyükmüş. Dişi Fırat oluyorum.

Hey corç versene borç olmas maykıl bende de yok diye dolanırken ben evin içinde 90lar gecesi yaşatıyor bana. Üstüme çıkıp arnavut kaldırımlı taş sokaktaaa diye bağırarak klip çeker gibi şebeklikler yaparak. İşte yine çok doğal..

Düşündüm. Hani seviyorum denilir ama tam olarak neyini sevdiğini bilemez insan. Herşeyini diyip çıkılır işin içinden. Ama çok somut. Neyini seviyorum. Bu kadar rahat ve kendisi oluşunu yanımda, kendisiyle ve benmle dalga geçip güldürmesini, şeffaflığını, tüm tepkilerini içine atmadan önce gelip bana söylemesini. Soyut kavramları somutlaştıran. Gülümsemesine bayılıyorum orası ayrı..

Evet bazen güvenmiyor bana. Çekip giderim sanıyor.. Ne büyük yanılgı! Herşeyimi anlattığımdan böyle oluyor. Aldattığımı da aldatıldığımı da. Bazen diyor ki çok yalan söylemişsin.. Evet söyledim. Hiçbirini inkar etmiyorum. Ama nedense hep perdenin önüne düşen gölge oyununa bakılıyor. Arkada onları oynatan insanların suratını göremiyoruz. Yalan söylememi meşrulaştırmaya çalışmıyorum.. Ya da aldatmalarımı ki hiç vicdan azabı çekmiyorum. Çünkü bunu yapmışsam vardır bir nedeni. Evet, haketmiştir belki de değil mi? Böyle de düşünebilmeli. Aldatmak, yalan söylemek saçma.. Biliyorum biliyorum. Zaten dedikodudan da toplumca nefret ediyoruz falan.
Beni üzen ne biliyor musun? Sana kimseye anlatmadığım şeyleri anlattım.. Kimse. ki hepsini de içimden gelerek anlattım. Aslında çok güzel bir şey, geçmişime dair bir şeyleri ben anlatırken seninde usulca dinleyebilip arada beni anlayabilmek adına soru sorman. Hep bu kadar açık olabilmek istemiştim.. Ama genelde duymak istemezler.. Şimdi gelip bana soruyorsun ben neden farklıyım diye. Daha ne olsun ki.. Olduğum gibi seviyorsun beni. Zaaflarımı da biliyorsun, güçlü kadın olma triplerimi de, 5 yaşındaki gibi gülümsediğim bıcır bıcır konuştuğum hallerimi de. Hepsini gördün. Ben ordaydım, kollarında. Hissetmedin mi saf olduğumu.

Bilmiyorum.. Gözlerim doluyor. İstanbulda olmaktan nefret edip, penceremden dışarı bakamıyorum. Evde dolanıp hayalini kurmak iyi geliyor şu aralar. Tekrar gözlerinin içine bakabilene kadar gülümsemeni gözümün önünde canlandırmak; gülümseten.

Biliyorum.. Bizi istiyorum dibine kadar.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Bonobo

O kadar çok özlüyorum ki seni, hiçbir şeyle kıyaslanamaz. İçimden taşıyor aşk, özlem, tutku, dokunmak..

Her anımda varsın. Seni düşünmek de güzel.. Öylece dalıp gidiyorum bir şeyler yaparken, kendime geldiğimde bakıyorum ki bizimle ilgili hayaller yine sarmış heryerimi. Yanında olduğum o 4 günü durup durup hafızama kazıyorum. Ben pencereden dışarı bakarak sigara içerken sen yatakta uzanıyorsun. Ben seni düşünüyorum, sen beni.. İçimden diyorum ''İyiki çıkmış karşıma.''

Hiç doyamıyorum sana dokunmaya. Devamlı tenin tenimde olsun, dudaklarının tadı, teninin kokusu hepsi benm olsun. Hangi günü yaşıyoruz bilmeyelim. Her şey akıp giderken kendi düzeninde, biz duralım birbirimize akarak..

Artık geçmiş gelecek sensin, biziz. Hiç yaşamadığım bir şeyi yaşadığımdan biraz şaşkınım. Hani insan kimseye diyemez sanıyordum '' tamam, budur. '' diye.. Emin olamazsın, hep ufak bi tereddüt payı vardır.. Şimdi yok! Artık yok! Bizden eminim.

Bazen 60 sene sonranın hayalini kuruyoruz ya seninle.. Hiç korkmuyorum. Normalde korkutur beni böyle şeyler.. Kasvetli gelir. Beni tonton teyze yapıp kendini bastonu bile olmayan filinta amca olarak hayal ederken uçsuz bucaksız gülümsüyorum.

Kaç sene oldu bu kadar gözlerim parlayarak gülmeyeli. Kendim de farkediyorum.

Tek istediğim Mayıs da bitsin, sevgilim gelsin.. Koalalar gibi sarılarak birbirimize heryeri dolaşalım.

Ne güzel oldu böyle.. Anlamlandı her şey.
2 gün sonra kollarındayken hiç konuşmadan, gözlerine bakıp nefes alıp verişini hissederek sana ne kadar çok aşık olduğumu anlatıcam..
İyiki varsın herşeyim.

14 Nisan 2009 Salı

Bye Bye Marlboro

Sevgili Marlboro,

Canım benim.. Paket tasarımının kırmızı olmasından mı yoksa kırmızı şaraba yatırılıp yapıldığından mı bilemiyorum ama senden hiç vazgeçmedim. Sen de beni hiç yalnız bırakmadın bebeğim benim.
Şu an yatağımın üzerinde, yerde, heryerde sen varsın. Çantamda eksik olmayanım, yürürken elimden tutanım.

Lakin.. Artık sabahları burnum tıkalı uyanmak istemiyorum. Apartmana girdiğimde eve ulaşmak için 4 kat merdiven çıktığımda nefes nefese kalmak da istemiyorum. Cildimin bembeyaz kalmasını istiyorum.

Anlıyorsun beni değil mi?

O yüzden şu an yanımda durmuş bana kuzu gibi baksan da seni bırakmayı denemek istiyorum. Birbirimize bu şansı vermeliyiz bence. Bir süre konuşmadan, birbirimizi görmeden yaşamaya çalışmalıyız. En sonunda özlemeyip seni geri dönmezsem, kızma.. Güzel bir birliktelikti, hep sadık kaldım sana fiyatın günden güne artsa da, en pahalı sigara olsan da..

Bizim için gidiyorum bebeğim.. Dumanını, kokunu, kırmızını, her şeyini sevdim.. Ama gitme zamanı bebek. Çünkü azalan verimler yasası bizde de etkili olmaya başladı. Yani artık iyi hissettirmiyorsun, verdiğin zarar sevginden fazla olmaya başladı.

Çöpe attım. Yahh lüpfeennn bari 1 gün içmeyim de dayanimm yahhhh... Lüpfen lüpfennn.

13 Nisan 2009 Pazartesi

Vincent

1982 yapımı Tim Burton'ın ilk kısa filmi.. Paylaşayım dedim. Çok paylaşımcı bir insanım. Ebet.


Dirty@Beat!

Bu sıralar elektronik müzikten de hoşlanır oldum.. Seneler önce nasıl tanıştığımı ve adını hatırlamadığım bir çocuk bana şöyle demişti;

'' Her metalcinin sonu elektronik müziktir.''

Metalci kavramı.. Hmm dondurmacı gibi indirgenmiş hali sanırım. O zamanlar hadi ordan demiştim ama şimdi kıvama geliyorum sanırım.

Bilenler bilir, Taksimde Yeni Melek Gösteri Merkezinin tam yanında Dirty diye bir mekan var. Her cuma, cumartesi gidip müdavimi olanlar çoğunlukta. O yüzden içeri girip herkesin birbirini tanıdığını görünce davetli olmadığınız bir partiye giriş yaptığını düşünebiliyor insan. Çok uzun sürmüyor bu his çünkü içerisi gerçekten eğlenceli yani eğlenmesini bilen insanlarla dolu. Böyle pas tutmuş kişilerin uğrayamayacağı bi yer. Zaten buranın enerjisine dayanmak herkesin harcı değil.

Son zamanlarda çok fazla adı duyulduğu için hatuna aç olanı, eğleneyim artık diye çıkıp ne yapacağını bilemeyeni de girmeye çalışıyor. Neyseki kapıda güzel bir güvenlik var.

İşte Dirty'nin ilk saatlerinden.. Müziği çok sevdiğimi söyleyemem. Dediğim gibi yavaş yavaş kayıyorum sanrım. Ama içerisi o kadar eğlenceli ki, ayak uydurmamak için hiçbir sebep yok! :)
Dirty'nin en iyi Dj lerinden Ulaş iş başında.. Oynat Uğurcummm :)



Kung Fu Band

Kadıköy Buddha Bar da bir zamanlar her cumartesi sahneye çıkan Kung Fu grubunun en sevdiğim şarkısını buraya koymak istedim. Dinleyip seveni olur belkim.. Şimdilerde albüm hazırlığındalar ama 18 Nisan 2009da yani bu cmtsi tekrar Buddha bardalar. Ben uzaklarda sevgili kucağında olacağımdan gidemeyeceğim ama baya güzel eğlendiriyorlar. Tek kötü yanı Taksim'e alışmış biri olarak sabah 4e kadar onlar söyleyecek biz dans edeceğiz yanılgısına kapılmak. Çünkü Kadıköydeki Zincir ve Vagon dışındaki barlar gece 2de kapatıyor..

O yüzden gece 2ye kadar dans pistinin en önünde dans etmek lazım doya doya! :)

Şarkının adı hala.

Çünkü sen değiştin eski sen değilsin!
Ben de büyümedim ama artık yenildim
Dalımdan savrulup
Bi o yana bi bu yana
Benim kendime dair umudum var hala

diyor. Ben artık ben'li, kendimli cümleler kurmuyor olsam da güzel şarkı..
Ha şarkının tamamı yok abidik gubidik bi yerde kesiliyor.. Özür dilicem ama sanki herkes benm blogumu mu takip ediyor yah.. Bizbize takılıyoruz.



7 Nisan 2009 Salı

Sun and Rain