28 Nisan 2010 Çarşamba

Floating

Önce onlarla konuşmayı bırakacağım.
Koklamayı, sevmeyi..
Sonraları kör olurum
umarım.

Üstlerine basıp geçeceğim
Kırmızı beyaz siyah
Uyarılar nafile
Kör oldum.

Çiçeklerin susuz kalacak.

"I'd set you free
'Cause I'm sick and tired
Of always being sick and tired " 

Anastacia ile de bitiririm. O değil de bu hatunun belindeki dövmeden sonra hakkaten ben de gidip 16 yaşımda belime dövme yaptırmıştım. Şimdi orospu dövmesi oldu göstermeye utandığım.

9 Nisan 2010 Cuma

Julie&Julia



İki gerçek hikayeyi izlerken birini diğerinden daha fazla sevebilirsiniz. Bana da olan bu. Bir yandan Julia'nın yaşadığı döneme imrenmek, her zaman eğlenceli ve azimli oluşuna hayran kalmak çok normal. Öte yandan filmi izlerken kendimi Julie'ye daha yakın hissettiğimi söyleyebilirim. Çünkü günümüz hayatının getirdiği yoğunluk, yorgunluk, vaktim yok yalanı bu hikayede kendini gösteriyor. 

Julia, eşinin işi nedeniyle o ülkeden bu ülkeye savrulurken tutkusunu arıyor. Önce şapka yapımı dersleri alıyor. Üstesinden de rahatça geliyor. Ama bu O'nun tutkusu değil. Daha sonra ise Paris'te pazarları dolaşırken görüyoruz Julia'yı. Meyveleri, sebzeleri kokluyor, resmen seviyor onları çocukları gibi. Bir yandan da esnafla bol kahkahalı sohbetlere giriyor. Amerikalı Julia Child, Fransız mutfağına merak salıyor.. Esasen tutkusunu keşfediyor diyebiliriz.   
Ünlü yemek okulu Cordon Blue'ya gitmeye başlıyor. En yetenekli aşçıların olduğu sınıfta kendini soğan doğrayamazken buluyor. O gün eve gittiğinde bir çuval soğan doğrayıp diğerlerinin de önüne geçiyor.. Evet, Julia azmini tutkusundan alıyor. Tüm bunları, yıllarca uğraş vereceği bir yemek kitabı takip ediyor. 
Ama Julia bu kadar basit bir insan değil.. Eşiyle mükemmele yakın bir ilişkisi var. Çocukları olmuyor ve o da pişirdiği yemeklere çocuğuymuşcasına önem veriyor. 14 Şubat sevgililer gününü arkadaşlarıyla kutladıkları bir sahnede, herkesin kalbinin üzerine kırmızı büyük kalpler taktığını görüyoruz. Ve ardından gelen; "You are the butter to my bread, and the breath to my life." 
Julia, kompleksleri olmayan bir kadın.. Hayatını seviyor ve eğlenmesini, gülmesini biliyor. Bunun yanında hırslara boğulmadığını da çok net bir şekilde görüyoruz. O sadece yemek kitabı çıkartmak istiyor. Ne kadar para alacağı ya da adının kitapta nerde duracağı umrunda değil. 
Julia'yı, Meryl Streep mükemmel bir şekilde canlandırmış. Bon Appétit demesi, ses tonu, kahkahası.. Oyunculuk insana sınırsızlığı, özgürlüğü veriyor bence. Aynı bedende bir süreliğine başka bir ruhta dolaşabilme imkanı. Merly Steeps, Julia Child'ın videolarını kaç kez üstüste izledi bilmiyorum, çok da önemli değil ama sonuç çok başarılı. 

Diğer yandan ise bizim zamanımızda yaşayan Julie var. Çağrı merkezinde çalışıyor ve insanların her telden, alakasız sorunlarını dinleyip onlara yardımcı olmaya çalışıyor. Ama bir eksiklik var.. Çünkü başladığı her şeyi yarım bırakıyor! Tıpkı benim gibi.. Ve kendi kendine söz veriyor. Her gün vaktini ayırıp Julia'nın kitabında yer alan tüm yemekleri teker teker yapacak, bunu da bloguna yazacak. Julia'nın en çok istediği şey, yazar olmak. Yazmaya başlamış olduğu kitabını ise yarım bıraktığını duymak beni şaşırtmıyor. Kimsenin yayımlayacağını düşünüp kendine bahaneler uyduruyor. 

İşte bu noktada bloglar iyiki var diyoruz.. Yayımlama derdi yok, kendini uzmanlaşmış olarak tanıtan insanlara ıspatlama derdi yok.. Sadece içinden geldiği gibi yazmak var. Julie, bloguna yazdığı ilk yazıda kimsenin O'nu duymadığını düşünüyor. Sonraları işler değişiyor ve yüzlerce hit almaya başlayan bir blogun yazarı olarak buluyor kendini. 

Burda hoşuma giden iki sahne var.. Birincisi sevgiliyle birlikte yengeçler alınıp eve gelinmiştir. Onları kaynar suya atamayan Julie'nin imdanına sevgilisi yetişir. Fakat yine de yengeçler kendini tencereden atmanın bir yolunu bulur. Ve arkada çalan psycho killer. Bu sahne şu bakımdan güzel: Eve gelip TV karşısında pineklemek zorunda değiliz! Evet çalışmak yorucu, stressli.. Ama kendine ayırdığın zaman ve hobin emin ol seni aşkı memnundan daha fazla tatmin edecektir. Julie'nin artık hayatında zevk aldığı, tutunduğu bir şeyler olduğunu gördüğümüz sahne bence bu.
Günde 9 saatinizi hatta belki daha fazlasını harcadığınız iş yerindeki stresse ve ölü ruhlara inat kendin için bir şeyler yapabileceğinin göstergesi.

İkincisi ise, Julie'nın mutfakta yerlere yatarak ağlaması.. Bana çok doğal geldi. Hakkaten bazen ben de mutfakta öyle yere yatıp ağlamak istiyorum hele de saatlerimi harcayıp şekerli bi poaça yapmışsam. (Julie orda tabi zor bir yemek yapıyordu :) ) Bir noktada hepimiz zora gelemiyoruz. Bugün gribim yapmasam da olur, ayh çok yorgunum geç, biraz daha fazla uyuyim günlerdir uyuyamıyorum gibi nedenlerle çoğu zaman vicdan rahatlatması yapıyoruz. Ama kendine verdiği sözü tutan Julie bana çok iyi örnek oldu. Bırakmadı. 

İki hikayede de tutkusunun peşinden giden kadınlar var. İkisinin de anlayışlı, pıtırcık, sevmesini bilen sevgilisi var.. İkisinin de bitmek bilmez enerjisi ve yaşam doyumsuzluğu var.


Ben bu filmi izledikten sonra bazı şeylere uyandım. Belki de uyanasım varmış.. Ama hayallerinin peşinden gitmek hayal değil. Aklımda uzun zamandır hapsettiğim düşüncelerimi bir bir ellerimle ovalayıp parlatarak hayatıma katmaya karar verdim. 

Ayrıca hırslı insanlardan hiç haz etmem. 

Bir de bu film bi pazar günü filmi.. Kafa yormayıp, mutlu eden.






3 Nisan 2010 Cumartesi

Temasız

Lhasa de Sela.. La Marée Haute. En sevdiğim şarkısı diyemeyeceğim. Karar veremiyorum, youtube'ta şarkılarının arasında gidip geliyorum. Hepsi kalbimi bi şekilde burkuyor. Ya da şu an kalbim çok buruk, bana öyle geliyor. 


Karanlığın Aynasında'yı okuyorum. Karakterler aklımdan çıkmıyor. Baş karakter Orhan'la konuşup Sarp'a hak veriyorum." Evet, bir romanın içindeyiz, Sarp!" dedikten sonra ikimizinde deli gibi kahkahalar atarak rakılarımızı yudumladığımızı düşünüyorum. Bir nev-i Orhan oluyorum. 


Haydarpaşa garında Emre'yle konuşuyoruz. Julie&Julia filminden bir replik söylemiştim ona. Aynısını bana tekrar etmeye çalışıyor şimdi. "Bu sefer yarım bırakma. Devamlı karşına çıkacak, bitir gitsin." Ya da kurtul gitsin.. Bilemiyorum şimdi. Hayır yarım bırakmayacağım. Artık aldığım kitapları da sonuna kadar okuyorum. Ah şu galaksi rehberi! Ansiklopedi gibi yatağımın yanında duruyor. Maalesef bir süre daha orda duracak. 


Bu yazının teması yok. İçimden geçenler çok karışık.


Ağlamak istiyorum bugün epey. Epey epey. Ahhh! İnsan, sevgilisi bi süreliğine ailesinin yanına gitti diye bu kadar üzülür mü. Şimdi bir boyun mesafesinde bebek kokusu olmalıydı burda. Kalbim, çaydanlığın üstü gibi boynunu büktü bugün. Gelene kadar demlenmeye bıraktı kendini.  Şimdi maske surat olacağım Parkinson hastaları ve Orhan gibi! 


Bir ara Julie&Julia, bitince de Karanlığın Aynasında hakkında yazmayı unutmamayım. Not.