27 Mart 2010 Cumartesi

Görünmeyen


Paul Auster. Sürükleyici ve iç içe geçmiş birçok hayat. Bu tarz kitapları okumayı seviyorum. Eğer bir kitabı okurken her şeyi unutup karakterlerle aynı mekanda yaşıyormuş gibi hissedersem tamamdır.

Görünmeyen'den bahsediyorum. Paul Auster'ın son kitabı. Evet New York Üçlemesi kitabındaki kadar gerilim ve heycan yok ama kurgu var en alasından. İlk başta ana karakterin ağzından dinlerken hikayeyi, birden üçüncü tekil şahısa dönüyor. Sonrasında başka karakterlerden dinlemeye devam ediyoruz. Orhan Pamuk kitaplarından aşinayız zaten böylesine. En ufak bir anlaşılmazlık yok kitapta. Kuzu eti yumuşaklığında ve dana eti yağsızlığında. (Hahah nasıl bir benzetme şimdi bu Didem. Mutfaktan uzaklaş! run beybi run.)

Ama en önemlisi.. Margot'nun gözaltı çizgilerini, gözlerinin iriliğini, vücudunun cılızlığını gözlerimi kapadığımda görebildim. Dokunduğumu bile sandım. Gwyen'in ise duru, taze ve herkes tarafından kabul edilen güzelliğini Adam'ın gözlerinde gördüm.

Kitapta yoğun olarak işlenilen kavram "adalet". Şahit olunan bir adaletsizliğin içten içe insanı rahat bırakmaması. Hatta tüm hayatını bu adaletsizliğe göre kurması. Bunun yanında öldürmek gibi güçlü ve benim nasıl bir his verdiğini bilmediğim bir duyguyu karakterin çok rahat taşıdığını görüyoruz. Yani birinin içini kemiren adaletsizlik diğerinin rahatlığı ve belki de özgürlüğü. Bunun yanında kitapta cinsel hazlar ve ensest ilişkileri de görüyoruz. Varlığının, anın gerçek olduğu derin inlemelere kadar. Sex is sex. Just sex. Bunun üzerine kurulu, içi boş gibi görünüp de tutkunun ve paylaşımın olduğu dokunuşlar. 68 dönemine, ırkçılığa göndermeler de mevcut kitapta. Hatta felsefe bazında Descartes'a yapılan ve benim çok hoşuma giden bir gönderme de var. Geçenlerde Taksim Robinson'da mimarlıkla ilgili bir kitap görmüştüm. Arka kapağında '' Dil olmadan düşünce var olabilir mi?'' diye bir soru sorulmuştu. Kitapçıdan çıktığımızda Emre'ye sordum heycanla. Resim vb. şeyler de yoksa hayır var olamaz. Beden ve beyin ikiliği yapan Descartes'ın yanıldığını daha doğrusu böyle bir ayrımın yapılamayacağını kitapta bir dialogda da görüyoruz. Anlatmak istediğim kesinlikle kuru bir kitap olmadığı. Yoğun bir krema tadı yok ama sossuz makarna da değil. (Birkaç gün yemek yapma bence Didem. )

Beni hayal kırıklığına uğratan tek şey kitabın sonu. Birdenbire alakasız şekilde bitiyor. Evet filmlerde de böyle sonlara alışkınız. Ne olduğunu anlamadan biter bi nev-i sonunu izleyiciye bırakır. Ama burda zaten bir sonuç mevcut sadece '' yeter artık yazmasam da olur.'' tadı var gibi.. Karakterin hastalığı, güçsüzlüğü sanki Auster'a da bulaşmış. Gücü kalmamış da bitirmiş gibi.

Nitekim Görünmeyen'i bitirdiğim bugünden itibaren yenisini yine heycanla bekliyorum. Hep bir muziplikle, gülümsemeyle rafa yaklaşıp '' Bu sefer n'aptın Auster'ım'' diyesim geliyor.. Ayrıca.. Kitap kapağındaki file çorap, kırmızı oje ve ingiliz stili ayakkabılar. Enfes.