23 Temmuz 2009 Perşembe

Traveller 2 / Bled Lake & Lujbljana

Kaldığımız yerden devam..

Bled gölündeki 2. günümüzde sabah erkenden uyanıp kahvaltıya iniyoruz. Yumurtalı, kızarmış ekmekli kahvaltımızı yapıyoruz. Damien bize ne yapmak istediğimizi soruyor. Tabiki Bled gölüne gitmek istiyoruz.. Biraz gezip, gölde yüzmek istiyoruz.

Bled gölü buzul çağında oluşmuş ve tam ortasında bir ada var. Slovenya'da böyle bir manzarayla karşılaşacağım aklıma gelmezdi. Çok temiz ve heryer yemyeşil. Önce göl kenarında dolaşıyoruz ama yüzen kimse göremedikçe deli oluyoruz. Su çok güzel, berrak. Yüzen balıkları ve gölün dibini görmek mümkün.

Havası çok acaip.. 1 saat güneş varsa 2 saat yağmur yağıyor. İnsanlar da alışmış artık, umurlarında değil.

Burda doğa sporları çok gelişmiş. Rafting, Canoeing, Yamaç paraşütü vs. ne ararsan var. Eh pek tabiki biras pahalı. Gerçi 1 gün boyunca tüm aktiviteleri yapmak için 85 euro istemişlerdi. Rafting için ise ayrıca 35 euro alıyorlar. Raftingin ne boku var bilemedim tabi.. Zaten hiç böyle atraksiyonlara girmedik. Biraz huzur, sessizlik, insanlardan uzakta kafamızı dinlemek istediğimizden.

Biraz gezindikten sonra Kaleye gittik. Bled Castle. Giriş çok pahalı. Kişi başı 7euro. Yani 15 yetele. Turist geliyor sömürelim kafası aynen.
Ama şunu söyleyim adamlar güzel müze yapmışlar kalenin içine. Küçük bir müze ama ne bulursa koymuşlar. Bir de küçük plazmalar yerleştirip Slovenya'yı ve Bled'i anlatmışlar. Slovenya'nın demiryolu çok gelişmiş ki bunu da müzede anlatmışlar. Eskiden Türkiye, Fransa ve İtalya'ya demir satıyorlarmış. Biz ise tren yoluyla ancak Belgrad'a kadar gidebiliyoruz. Yapsana Amsterdam'a kadar tren yolu, yazık değil mi bize? Trende görüyorsun Prag: 25 euro yazıyor. Orda yaşasam heryeri gezerdim. Avrupada çocuklar ilkokul, ortaokuldan itibaren gezmeye başlıyorlar hem de okul gezisi çerçevesinde. Neyse işte..

Kale diyorduk. Kalenin içinde pahalı bir cafe, restaurant, müze ve eski yıllardan kalma matbaa gibi bir şey var.































Bled kalesini de gezdikten sonra bu sefer ağaçların arasından göle iniyoruz. Sanırım bu yol eskiden yiyecek taşımak için ve haberleşmeyi sağlamak için gizli bir yol olarak kullanılıyormuş. Kaleye de ulaşmak çok zor en tepeye inşa etmişler ve kalenin üst katı gözcüler için ayrılmış ufak ufak odacıklardan oluşuyor.

Göl kıyısına geldikten sonra yüzece bir yer arıyoruz.. Güneşlenmek ve göle girmek için ayrılmış özel alanlar var. Tabiki de paralı. Bir kişi 6 euro.. Ve kimsecikler yok. Biraz daha yürüyoruz ve sevgili kuytu bir köşe buluyor. Ağaçları aşıp biraz aşağıya inince toprağa basarak soyunuyoruz. Soğuk. Ve tabiki de gölde yüzmek çok daha zor. Biraz yüzdükten sonra üstümüze bir şeyler geçirip yakınlardaki cafeye gidip biramızı yudumladık. Tam o anda tekrar yağmur bastırdı. Hafif yorgunluk, bira, yağmur..

Akşama doğru Damien bizi almaya geldiğinde yolda Slovenya'nın Yugoslavya'dan ayrılışını ve Avrupa Birliğinin onları nasıl etkilediğini sorduk. Damien'in anlattığına göre - ki kendisi 50-60lı yaşlarda hacı amca tiplemesinde biri - Slovenya'nın durumu zaten hep iyiymiş ekonomik açıdan. Savaş orda sadece 10 gün sürmüş, çok etkilenmemişler.. Bosna-Hersek'in tam aksine.
Avrupa Birliğinin ise ekonomik açıdan çok iyi olmadığını, herşeyin biraz daha pahalı hale geldiğini söyledi. Her şeye rağmen onlara göre hava hoş gibi..

Marisa akşam yemekte schnitzel yapmıştı yanında elma dilim patatesler. Odamıza çıkıp balkonumuzda bira keyfimizi yaparken dağların üstünden şehre sis çöküşünü izledik.

3. günümüzde ise köyde vakit geçirmeyi tercih ettik. Herkes bisiklet sürüyor. Ayrıca yolda birdenbire ata binen insanlar görmek mümkün. Benim tüm çocukluğum Mersin'de geçti. Kocaman deniz kıyısında olan bir mahallemiz vardı. Nerdeyse 6 yaşından beri bisikletle fırfır dolaşırdım. Lakin Bled'de bu mümkün olmadı. Unutmuşum.. Nasıl olur ki.. ''Bisiklet sürmek gibi'' deyimini boşa çıkardım. Sevgilimin büyük çaba ve yardımlarıyla az gittim uz gidemedim.

4. gün ise trenle Lujbljana'ya gittik. 1 saat sürüyor. Güzel bir şehir.. Nehir kıyısında cafe, barları ve incik boncuk satan tezgahtarları. Düzenli de bir şehir kaybolmanız mümkün değil. Şehrin tam ortasında Lujbljana Üniversitesi var. Bizim bildiğimiz Börek burda Burek diye satılıyor. Biraz şehri gezdikten sonra meydandaki bir kafeye oturup dondurma yiyoruz. O sırada aniden balkan havaları çalan bir grup meydanın ortasında şarkılarını çalmaya başlıyor.
Biz Taksim meydanından bu görüntüye alışık olduğumuz için çok şaşırmıyoruz. Ama şimdi Balkan ruhunu hissedebiliyoruz biraz daha.

Ve tabiki yine birden bastıran yağmur..
Lujbljana'dan birkaç fotoğraf..































Kafelerin olduğu yer..














Yan tarafta hemen pazar vardı. Meyve ve sebzelerin satıldığı. 2 euroya frambuaz alıp yolda bolca rastlayabileceğiniz çeşmelerin birinde yıkayıp güselce yedik.

Çeşmeler çok güzel. İstanbul'da da var ama hiçbiri çalışmıyor, hiçbirinden su akmıyor..
















Şehir meydanı..



















Lujbljana Üniversitesi..

0 yorum: