16 Şubat 2009 Pazartesi

Black

Taksim Mephisto'da oturmuş konuşuyorduk. Bi sade kahve daha diyordum arada.. Şekersiz.
Sonra dikkatimi çeken bir şarkı. Nickelback dedik.. Aerosmith dedi. Gitti sordu.. Oha! Pearl Jam. Black..

Şimdi geldim evime.. Elektrikli battaniyemi yaktım, yatağımın içine girip dinlemeye başladım.. Huzur verirken acı da çektiriyor. Yani tamamen huzurlu olduğumuzda bir şeyler batıyor ya hani hemen sorun çıkartacak şeyler arıyoruz. Hep biraz dram. Biraz gerilim.
Şarkı içimden akıp gidiyor.. Yok tamamen huzur bu.

Yerde ufak kıl yumakları. Ben yürümeye başlayınca büyüyerek, birbirlerine eklenerek ayaklarıma dolanmaya başlıyorlar. Kocaman bir balon gibi sarıldım. İçinde ilerlemeye çalışıyorum.. Sonra metale dönüşüp içinde hareketimi zorlaştırıyor. Ben devam ettikçe kolumdan saplanıp kürek kemiğimden çıkıyor. Ayak bileğimden girip dizlerimden. Hayır çok kan akmıyor.. Sanki sivrisinekler çoktan üstüme konup konup tüketmişler kanımı. Zaten beyaz olan tenim morarıyor.
Ama kırmızıyı seviyorum. Kanımın tadını da biliyorum.. Küçükken dizlerimdeki yara kabuklarını kaldırıp kanımı akıtırdım. Sonrada parmağımı değdirip yalardım. Hafif acı gibi.. Burkuyor ağzı biraz.

Artık dizlerim yara bere içinde kalmıyor.. En fazla yeşile çalan morluklar.. Kanımın tadına bakmayalı epey oldu.

0 yorum: